Ayasofya bir mabet olarak, İstanbul’un fetih sembollerinden biridir.
Ondan dolayı Ayasofya’nın kapı tokmaklarında ‘Yâ Fettah’ yazılıdır.
Fettah hem Allah’ın isimlerinden biridir, ‘Açan’ demektir, hem de “Fetih” yani açış kelimesiyle akrabadır.
Fetih’ten itibaren Ayasofya Osmanlı coğrafyasının bir numaralı mabedi olmuştur.
Bu nedenle adına ‘Cami-i Kebir’ yani Büyük, Yüce Cami denir.
Ayasofya 1935 tarihinden beri de bir müzedir .
Bu müze birimleri dışında fakat Ayasofya külliyesi içinde bulunan bazı bölümler vardır.
Bunlardan bir kısmı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir. İstanbul Müftülüğü de bunları kullanmaktadır.
Hünkar Kasrı, Ayasofya Müzesinin dışında, Hünkar Mahfili ise içindedir.
Hünkar Kasrı, padişah buraya Cuma namazı için gelirken halkın ‘Padişahım çok yaşa!’ diye haykırıp, namaz çıkışında ise ‘Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!’ dedikleri yerdir.
Burada yatan 5 padişah vardır. (II. Selim, III. Murat, III. Mehmet, I. Mustafa ve I. İbrahim)
Bunların üç tanesinin türbesi vardır ve bunlar İstanbul türbeleri arasında şaheser niteliğindedir.
İkisinin tahttan indirildikleri için türbeleri yoktur.
Biri Mimar Sinan’ın yaptığı II. Selim Türbesidir. Padişah, bu türbeyi kendisi henüz sağken yaptırmıştır.
Sinan, bütün sanatsal ağırlığını koymuş bu türbeye.
Bu türbeden çalınmış çinilerin bir kısmı şu an Paris’teki meşhur Louvre Müzesi’ndedir.
Padişahın Cuma ve Bayram günlerinde gelip dinlendiği, görüşmeler yaptığı ve 1990’larda mescide dönüştürülmüş olan kasır kısmı mescit olarak kullanılıyor ve orada ibadet ediliyor şu anda.
Fakat insanlar karıştırıyor. O kısım, bir zamanlar cami olan Ayasofya değildir.
Kubbesinde bir metre boyunda bir melek tasviri mevcuttur. Bu Doğu Roma’dan kalma bir melek suretidir.
Ayasofya kubbesinin yüksekliği 55 m 60 cm’dir. Suret 45 metrede yer almaktadır.
Pagan döneminden kalma parçalar da vardır.
Bir Pagan tapınağından gelmiş ‘Güzel Kapı’ dediğimiz, İsa’dan önce 2’inci yüzyıla ait bir kapı var.
M.Ö 4’üncü yüzyıldan Helenistik küpler var.
Abdülmecit’in, Bizans döneminden kalma mozaiklerden yapılmış bir tuğrası bulunuyor.
Abdülmecit, 1847 – 1849 yılları arasında Ayasofya’da büyük restorasyonu yaptıran padişahtır. Bu nedenle ona hediye olarak, düşen Bizans mozaiklerinden, Lanzoni adlı mimarın tasarladığı bir tuğra bu.
Ayasofya’nın altında, bir insanın ancak girebileceği ve avlu alanının ötesine geçmeyen, bir yerlere bağlanmayan birkaç koridor dehliz var.
Burada 2 m’lik iki küçücük oda bulunuyor. Fakat buralarda hiçbir obje, levha, mozaik ya da yazı yoktur.
Ayasofya’nın su sarnıcı, bu bölgedeki diğer sarnıçlara kıyasla küçüktür ve Sarnıçta hiçbir şey yoktur.
Ayasofya’nın üzerinde görülmeye değer ve henüz bilinmeyen çok şey var.
Ayasofya’da ikilik, üçlükten ziyade birlik var.
Ayasofya kiliseyken 4 tane minare konularak camiye dönüştürülmüş bir yer değil.
Burada büyük bir külliye var.
Abdest almak için yapı görkemli ve estetik bir şadırvan var.
İnsanlara şerbet dağıtılan sebil, ders verilen mekan ve kütüphane var..
Bu nedenle bütün Osmanlı coğrafyasında Ayasofya Ramazan’ı merkezî bir nitelik taşıyordu.
Ramazan’da bilhassa Kadir gecelerinde padişahlar burada bulunurlardı.
Cuma ve Bayram namazlarında da Ayasofya’ya gelirlerdi.
Padişahlar, dinî ehemmiyet taşıyan günlerde, halkla burada buluşurlardı.
Topkapı Sarayı hemen yakında olduğu için Bab-ı Hümayun’dan çıkar çıkmaz buraya güvenli bir şekilde gelinebiliyordu.
Ayasofya bir müze, fakat hiçbir camide görülemeyecek estetik değerlerle örülü ve hiçbir Osmanlı camisinde bulunmayan eşsiz bir hat koleksiyonu var.
7,5 m çapında, 8 adet, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin hattı ve kubbesinde yer alan Nur Suresi hattı var.
III. Ahmet, II. Mustafa ve Sultan Mahmut’a ait, Allah’ı ve Peygamberi öven hatlar var.
Ayasofya’da tarihsel önem taşıyan İslam estetiğinin şaheserlerini görmek mümkün.
Yani en büyük padişah hattı, en yüksek kubbe yazısı ve en büyük levha burada.
Sırf bu kıymetli eserleri görmek için bile ziyaret edilebilecek en ideal mekanlardan biridir Ayasofya.
Ayasofya Müzesi Başkanı
Tarihçi
Haluk DURSUN