Nusayri’ler çoğunluğu Suriye’de yaşayan aşırı bir Şiî-Batınî fırkasıdır. Bunlara günümüzde Numeyrîler ismi de verilmektedir.
Fırkanın ismini, kurucusu olan Muhammed b. Nusayr en-Nemiri’ye (270/883) nisbeten aldığı bilinmektedir.
Genellikle Suriye bölgesinde yayılmış bulunan Nusayriler, Karmatilerin 291 (903) yılında Suriye’yi ele geçirmesi üzerine, bir kısmı Suriye’de kalırken bir diğer kısmı ise, Antakya civarına çekildiler.
Nusayriler, bölgede sırasıyla hüküm süren, Selahaddin Eyyubi, Haçlılar, İsmaililer ve Moğollar’dan sonra Yavuz Sultan Selim’in 922 (1516) yılındaki Mercidabık Zaferi ile Suriye’yi ele geçirmesi ile daha sonraki devirlerde de aynı bölgede varlıklarını sürdürdüler.
Nusayrilerin hemen hemen her devirde ve özellikle Osmanlı Döneminde varlıklarını sürdürmelerindeki en önemli faktör, Osmanlı Devletinin, hükmü altındaki bölgelerde her inanç ve ırktan olan kavimlere gösterdiği engin müsamaha anlayışı ve tavrıdır. Zira, Osmanlı Devleti, bu tavrını devletin bağlayıcı ve birleştirici bir felsefesi olarak telakki etmekte idi.
Zaman zaman Osmanlılara karşı isyan etmelerine rağmen II. Abdülhamid onları resmen bir mezheb olarak kabul etmişti.
Bugün Suriye’de çesitli bölgelerde, Hatay, Tarsus, Adana, Fırat boyları ve Lübnan’da yaygın olarak yerlesmis bulunan Nusayrilerin sayısı bir kısım araştırmacılara göre yaklaşık 325-400 bin kişi civarındadır (L.Massignon, “Nusayriler” Maddesi, I.A.)
Bir kısım araştırmacılara göre ise, yalnız Hatay Bölgesi’nde yaklaşık yüz kırk dokuz bin Nusayri bulunmaktadır.
(Ahmet Turan, Les Nusayris de Turquie dans la Religion d’Hatay, Doctorat de III e cylcle Paris 1973, s. 21).
Nusayrilerin İtikadi Görüşleri:
Bunların görüşleri kısmen İslâm’dan kaynaklanmış olsa da ağırlıklı olarak batın tevillere dayanmakta ve hatta zaman zaman Hristiyan kültürünün etkisi görülmektedir.
a-Nusayrilerin görüşlerinin temelini de Hz. Ali’nin ilahlaştırılması teşkil etmektedir.
Bu anlayışa göre Ali, Tanrıdır. Kendi ruhundan Muhammed’i, O da Selman-ı Farisî’yi yaratmıştır. Ali “mana”, Muhammed “isim”, Selman ise “bab”dir. Bu üçlü A(ayn), M (Mim) ve S (Sin) sembolleriyle ifade edilir.
Bu üçlü sembolize sistemi Süleyman Hasbi tarafından Hristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Ruh’ul-Kudüs” sistemiyle açıklanır.
b-Tenasüh ve ruh göçüne (Reankarnasyon) inanırlar. Onlara göre, insanlar ilk kez semâvî varlıklar olarak yaratılmışlar; fakat düşüşlerinin bir sonucu olarak bu günkü şekillerini kabullenmek zorunda kalmışlardır. Sürekli tenasüh ve ruh göçü, insanların tekrar semavi varlıklara dönmesiyle son bulacaktır.
c-Onlara göre şarap, uluhiyyetin sembolüdür. Bundan dolayı şarabı ve şarabın aslı olan üzüm asmalarını aşırı bir şekilde yüceltirler.
Nusayri’liğin itikadi anlayışı ile ilgili önemli bilgiler içeren 2 önemli eser vardır:
1- Kitâbül-Mecmû’: Hüseyin b. Hamdân el-Hasibî’nin (346 veya 358/957 veya 968)eseri
2- Kitâbul-Bakürati’s-Süleymaniyye fi Kesfi Esrâri’d-Diyânâti’n-Nusayriyye : Önce Nusayri iken daha sonra Hristiyan olan Adanalı
Süleyman Efendi’nin eseri
Nusayri’lerin İbadet Anlayışı:
İslamın beş şartı ise şöyle bir tevil esasına göre anlaşılır:
1. Şehadet: Nusayriliğe girişte yukarıda sözü edilen şehadet kelimesi tekrar edilir. Sonra da “Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim” şeklindeki söz söylenir.
2. Namaz: Namaz sesle yapılan bir ibadet olup, sadece duadır. Namazın başında “Ali, Muhammed ve Selman’ı yüceltiriz” demek, namazı eda etmek olarak anlaşılır. Namaz Ali’ye açılan bir kalbin niyazı olarak anlaşıldığından ferdi yapılır, ancak, bayram ve mukaddes günlerde cemaat halinde de yapılabilmektedir. Namazdan önce abdest alınmaz. Namazda Mekke’ye dönmek şart değildir. Öğleye kadar güneşin doğuş yönüne, öğleden sonra ise batıya doğru yönelinir.
Onlara göre Namazin sayısı yine beştir ve beş masuma olarak kabul ettikleri ”Muhammed, Fâtır, Hasan, Hüseyin ve Muhsin” e tahsis edilmiştir.
Ve yine onlara göre Namazın şartları beştir:
a) Beş seçkini bilmek, Bunlar; Muhammed, Fâtır, Hasan, Hüseyin ve Muhsin’dir.
b) Gülmeden ve konuşmadan dua etmek,
c) Namazı, Abbasi rengi olduğu için siyah takkesiz kılmak,
d) İbadeti başkaları görmeden gizli yapmak,
el Namazı, “Ey Yüce, Büyük ve Arilarin Efendisi Ali, bize merhamet et” diyerek bitirmek.
3. Oruç: Oruç, Resulullah’ın babası Abdullah b. Abdulmuttalib’in sessizliğini temsil eder. Buna göre Ramazan Abdullah, Kur’an Hz. Muhammed’dir. Ramazan günleri ise, Nusayrilerin kutsal kişilerini temsil eder.
4. Zekat: Zekatın manası dini öğrenmek ve aktarmaktır. Her aile malî şartlarına göre, şeyhe para vermek zorundadır. Bu zekat yerine geçer.
5. Ziyaretler: Ziyaret yerleri çok önemlidir. Buralar beyaza boyanır ve aynı zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret yerleri ya su kenarlarında ya da ağaçlık yerlerdedir. Bu anlayışları eski Fenikelilerden kalan bir inançtır.
Nusayriliğe Giriş:
Genel olarak üç merhaleden oluşmaktadır:
Sırasıyla bu merhaleleri görmeye çalışalım;
Birinci Merhale: Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu babası, güvendiği bir Nusayriye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O şahıs onun manevi babası haline gelerek onu iyice tanır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır verirse öldürülür. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini sağlar. Müslümanların gözünde iyi bir müslüman intibaı bırakmak için namaz kılıp, oruç tutmasına özen göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan geçmektedir.
Bu ön hazırlik safhasından sonra çocuk, “Meşveret Cemiyeti” adı verilen bir toplantıya alınır ki, bu toplantı şeyhin veya ileri gelen bir Nusayrinin evinde yapılır. Çocuk içeri alınır ve nefsini alçaltma, itaatkâr olmanın bir nişanesi olarak, şeyhin ve orada bulunanların ayakkabılarını başına koyar. Uluhiyyet sembolü olan bir kadeh şarabı içtikten sonra, o, “Abdü’n-Nur” (Nurun kulu) adını alır. Bu arada a(ayin), m(mim), s(sin) harfleri, manaları anlatılmadan bir mühür şeklinde tekrar ettirilir, tekrar el ve ayaklar öpülür. Sonunda da bu merasimin ay, gün ve senesi kaydedilir.
İkinci Merhale: İlk merhaleden kırk gün sonra yapılan bu toplantının adı “Melik Cemiyeti”dir. Çok zengin ve görkemli bir toplantıdir. Nakib, çocuğa tekrar bir kadeh içki sunar ve a(ayin), m(mim), s(sin) harflerinin sırrını öğreterek bunları her gün 500 defa tekrar etmesini emreder. Bu arada “Kitâbül-Mecmu” dan da bazı bölümler kendisine öğretilir.
Üçüncü Merhale: Bu ikinciden daha görkemlidir. Nusayriliğe giren çocuk eğer ileri gelen bir aileden veya şeyh ailesinden birisi ise ikinciden yedi ay, eğer halkdan birisi ise dokuz ay sonra icra edilir. Geniş bir salonda yapılan bu merasim bir hayli kurallara bağlıdır. Salonda ortada büyük şeyhi temsilen bir imam oturur, sağında nakib, solunda ise necîb vardir. Bu şekil aynı zamanda a(ayin), m(mim), s(sin) harflerini yani Ali, Muhammed ve Selman üçlüsünü temsil etmektedir. Nakibin sağında da havarileri temsilen on iki kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer almaktadır. Bu kişiler Kitabül-Mecmu’un beş defa tekrar edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havariler de onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havari önlerindeki on iki bardaktan birer yudum içki alırlar, aday da alır ve böylece uluhiyyete erilmiş olur.
ÖZET OLARAK:
Nusayrilerin inanış, davranış, hal ve hareketleri dikkatlice izlenip gözönüne alındığında, bu mezhebin zaman süreci içinde hüküm süren eski dinler ve inanışlardan, özellikle totemcilikten, Sabiîlik’ten, Mecusîlikten, Musevilik ve Hristiyanlıktan ve ilkel inanışlardan oldukça büyük oranda etkilendigini görmek mümkündür.
Bu inanış biçimi ve tezahürleri aynı zamanda Bâtınilik perdesi ile de örtülerek bir gizlilik içinde takdim edilmiştir. Zira, sözü edilen tutarsız görüş ve inanç biçimleri ancak bu şekilde devam ettirilebilmiştir.
Mezhebe ilk girenden ilk alınan söz, sır saklama hususudur. Zira Nusayriler, inançlarını son derece gizli tutarlar. Öyle ki, büyük bir çoğunluğu inançlarının tamamı ve sırları hakkında bilgi sahibi olamazlar. Bu, ancak seçkin bir zümreye aittir. Öğretiler uzun bir üyeliğe kabul süreci içinde ve ancak uygun görülen 19 yaşına basmış erkeklere öğretilir. Sırlarını, başkalarına açma korkusuyla kadınlara öğretmedikleri gibi, kadınlar ayinlere de katılamazlar.
Nusayrilere Fransız işgalcileri Eylül 1920’de Alevî ismini verdiler. Dolayısıyla o günden bu güne Alevî ismiyle çağrılmayı tercih ettiler ve bazı çevreler tarafından Arap Aleviliği olarak lanse edildiler.
Sonuç olarak; gerçekte bir mezhep gibi görünmesine rağmen Nusayrilik, ne Hristiyanlıkla, ne Yahudilikle, ne de İslam ile ilgisi olmayan; gerek inanç, gerekse ibadet yöntemleriyle de ayrı bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmaktadır.
Abdürrahim GÜZEL