MİSAK-I MİLLİ

Bu yazıda Türkiye Cumhuriyetinin nasıl kurulduğunu ve Türk milletinin egemenliğinin nasıl tesis edildiğini inceleyeceğiz.
Bunun için öncelikle şu 3 soruyu sorup, cevaplarını arayacağız.
1- Atatürk; Gençliğe Hitabe’sinde neden “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” dedi?
2- Ne mutlu Türküm diyene sözünü, niçin ve neden söyledi?
3-Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlık bildirgesi var mıdır? Varsa bu nedir?

OSMANLI DEVLETİNİN SONU

30 Ekim 1918 de Mondros mütarekesi ile 1. Dünya Savaşı bitmiş, Osmanlı İmparatorluğu için parçalanma ve tasfiye süreci fiilen başlamıştır. Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşından yenik çıktığı için savaşı kazanan devletlerce sınırları belirlenen irili ufaklı 17 devlete bölündü. Yeni kurulan bu devletlerden 15’i Müslümandı,  halifeliğin 1924’de kaldırıldığı düşünülürse İslam dininin halifesi de halen yaşıyordu.
Bu Müslüman devletler sadece bizden değil, İslamın halifesini de yok sayarak ayrılmıştı.
Osmanlı ordusunda bulunan Türk olmayan subayların büyük çoğunluğu kendi soylarının sesini dinlemiş, yeni kurulan bu devletlerin Genelkurmay sınıfını oluşturmuştur. Örneğin Osmanlı Ordusunun Yemen’deki paşası, savaş sonrası kurulan yeni Yemen devletinin sadrazamı yani başbakanı olmuş, Nuri Said Paşa, Ragıp Paşa gibi paşalar ve diğer subaylar yeni kurulan Müslüman devletlerin silahlı kuvvetlerini teşkil etmişlerdir.
Bu husus son derece önemlidir. Osmanlı ordusunu terk ederek yeni ülkelere giden bu askerler, Atatürk’ün silah arkadaşlarıydı.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinde ifade edilen;

“Ey Türk istikbalinin evladı, muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözleri bu düşüncelerle söylenmiştir.

Bu askerlerin sayısı hiçte küçümsenmeyecek bir orandadır. Osmanlı Ordusunun subay kadrosunun 5/3 ünü oluşturmaktadırlar.
Şöyle ki: 1. Dünya savasına girerken Osmanlı Ordusunun subay sayısı yaklaşık 21 bindir. Bunlardan 4 bini savaşta şehit olmuş veya esir düşerek ordu dışında kalmıştır. Kurtuluş savasına katılan subay sayısı ise yaklaşık 4 bindir.
Osmanlı bürokratları da savaş sonrası Osmanlı askerleri gibi ülkeyi terk etmiş, soylarının sesini dinleyerek yeni kurulan bu devletlerin bürokrasisini oluşturmuştur.
Örnekler verecek olursak:
a- Osmanlı Ayan Meclisi üyesi ve kısa bir süre de başkanlığını yapan Mekke Şerifi Hüseyin, savaş devam ederken İngiliz tarafına geçmiş, savaş sonrasında da Arabistan’ın yeni kralı olmuştur.
Şerif Hüseyin’in oğullarından
Abdullah, Ürdün’e,
Faysal da Irak’a kral yapılmıştır.
b- Osmanlı Eğitmeni, teorisyen ve siyasetçisi Mustafa Satı Bey’de Osmanlıdan ayrılıp yeni kurulan devletlerde Arap milliyetçiliği doğrultusunda teorisyenlik, müsteşarlık ve bakanlık yapmıştır.
c- Osmanlı vatandaşlarından kendisini TÜRK hissetmeyenler, hissettikleri doğrultuda yeni kurulan devletleri tercih etmişlerdir.
d- Osmanlı vatandaşı olup da kendini Arap hissedenler, yeni kurulan Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Mısır gibi  Arap devletlerine göç etmişlerdir. Mardin, Siirt, Urfa da yaşayan Arap kökenli vatandaşların bir kısmı da kendisini yeni kurulan bu Arap devletlerine yakın hissetmiş ve buralara göçmüştür.
Bunlardan bir kısmı ise kendisini Büyük Türk Milletinin bir parçası olarak hissetmiş, yeni kurulan bu devletlere gitmeyerek ülkemizde kalmıştır.
Osmanlı Devletinin eski vatandaşları Türkiye Cumhuriyeti kurulurken devletimize katılma konusunda özgür iradeleriyle bir seçim yapmışlardır. Bu seçim neticesinde gidenler gitmiş, kalanlar Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları olarak yeni devlette yerini almıştır.
Kısacası Türkiye Cumhuriyeti Devletini, TÜRKLER ve kendisini TÜRK HİSSEDEN insanlar kurmuştur.
İşte Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm Diyene” sözü bu sürecin neticesi olarak söylenmiştir.

KURULUŞ ve KURULUŞTAKİ NÜFUS SAYILARI

Kuruluşta katkıları olan ve kendilerini Türk hissedenlerin oranı toplam nüfusun yüzde 10-12’sini oluşturmaktadır. 1927 nüfus sayımı bu gerçeği teyit etmektedir.
Bu nüfus sayımı Türkiye Cumhuriyetinin ilk nüfus sayımıdır. Türkiye Cumhuriyetinin nüfusu 1927’de 13 küsur milyondu.
Müslüman nüfus içerisindeki etnik kökenlere bakıldığında Kürt nüfus 1 milyon, 100 bindir.
Gayr-ı Müslim nüfus ise 230 bindir.
Atatürk ve arkadaşları, kuruluş esnasında kendilerine yardım eden her ne kadar sayıları yüzde 10- 12 olsalar bile kendisini TÜRK hissedenleri unutmamış, kuruluştaki yardımlarını; “Ne mutlu Türküm diyene” özdeyişiyle ifade etmiştir.
Ayrıca “Türk devletini kuran ahaliye TÜRK Milleti denir” tanımını 1924 anayasasında ANAYASAL metin haline getirmiştir.

BAĞIMSIZLIK BİLDİRGESİNE GİDEN YOLLAR

30 Ekim 1918 de Mondros Mütarekesini takiben İstanbul, İngilizler ve onların müttefikleri tarafından işgal edildi. Osmanlı tebaasının temsil edildiği, içinde Arap, Ermeni, Rum gibi temsilcilerin de bulunduğu Osmanlı meclisleri padişah tarafından kapatıldı.
19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile yeni devletin kurucu iradesinin temelleri atıldı.
Amasya Tamimi, Erzurum Kongresi ve ardından Sivas Kongresi ile bu irade şekillenmeye başladı. Sivas Kongresi son derece önemlidir. Bu kongrede TÜRK Milletini temsilen yeni bir meclis kurulması ve seçimlerin yapılması kararlaştırıldı.

TÜRK VATANI ve MİSAK-I MİLLİ

Atatürk ve arkadaşları öncelikle TÜRK vatanının kurtarılmasını esas aldılar. Erzurum ve Sivas kongrelerinde TÜRK vatanının sınırları belirlenmiştir.
Sivas kongresinde alınan karar gereğince 9 Ekim 1919 da Meclisi Meb’usan seçimleri yapıldı. 27 Aralık 1919’da Ankara’ya dönen Atatürk yeni seçilen bu milletvekilleri ile iki- üç kişilik gruplar halinde görüştü. Bu görüşmelerde Misak-ı Milli’nin içeriği kararlaştırıldı.
Son Osmanlı Meclisi Meb’usanına tüm Anadolu’dan, Musul’dan, Halep’ten ve Batum’dan milletvekilleri seçildi.
Bu bölgelerin özelliği, TÜRKLERİN oturduğu ve yerleştiği yerler olmasıdır, yani bu meclis Osmanlının çok milletli imparatorluk meclislerinden çok farklıdır.
Bu meclis 10 Ocak’ta ilk toplantısını yaptı, 28 Ocak 1920 de Ahd-ı Milli adıyla (milli yemin) Misak-ı Milli’ yi kabul etti.
Misak-ı Milli 17 Şubat 1920’de bu yemin yabancı parlamentolara, elçiliklere ve basına dağıtıldı.
Misak-ı Milli, hukuksal niteliği itibariyle bir parlamento kararıdır. Bu kararın Osmanlı hukuku açısından tartışmalı olan varlığı, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi tarafından yasalaştırılmasıyla ortadan kaldırılmıştır.
Bu bildirge, 18 Temmuz 1920’de Ankara’da toplanan TBMM gizli oturumunda da ele alınmış ve kabul edilmiştir. Böylelikle Misakı Milli, Milli Devletin temeli olmuştur.
Misak-ı Milli basit bir harita çalışması değildir. Bu belgede belirtilen coğrafi sınırlarda, yani TÜRKLERİN oturduğu ve de yerleştiği yerlerdeki vatan toprağında milli bir Türk Devletinin kuruluşunu esas alan ve bunu tüm dünyaya ilan eden bir belgedir.
Misakı Milli bu yönleriyle  Türk milletinin adeta Doğum sertifikası ve tam bir bağımsızlık bildirgesidir.
Misak-ı Milli Amerikan 1776 Bağımsızlık Bildirgesiyle de büyük benzerlikler gösterir.
Bu benzerlikler Atatürk’ün 21 Temmuz 1923 te Ankara’da röportaj yaptığı Amerikalı Gazeteci Isaac Marcosson ile yapılan röportajda açıkça belirtilmiştir.
Lozan görüşmelerinin sürdüğü ama henüz cumhuriyetin ilan edilmediği bir tarihte yapılan bu röportajda Atatürk Marcosson’a şöyle der:
“Bizim Misak-ı Millimiz sizin bağımsızlık bildirgesine çok benzer. Misak-ı Milli sadece TÜRK ülkesinin işgalden kurtarılmasını ve kendi kaderimize hâkim olmamızı ister.

MİSAK-I MİLLİ ve DEVLETLER HUKUKU

Misak-ı Millinin devletler hukuku yönünden önemi 1920 yılının sonlarından itibaren anlaşılmış ve kabul edilmiştir.
Misak-ı Milli bağımsızlık bildirgesi olarak önceleri dikkate alınmamış ama Sakarya savaşından sonra İngiliz dışişleri bakanı Lord Curzon tarafından İngilizceye çevriltilmiş ve böylelikle Türklerin ne istediği anlamaya çalışılmıştır.
Misak-ı Milli, 16 Mart 1921 Moskova anlaşması ile SSCB tarafından tanınmış, Fransızlarla yapılan Ankara anlaşmasının 6. maddesinde Fransızlarca da kabul edilmiştir.

Prof. Dr. Ahmet Çolak / 22.10.2017
Kaynak: Yeni Çağ Gazetesi
NOT: BEYYİNAT tarafından kısaltılarak ve sadeleştirilerek alınmıştır.

Reklam