KÜBA (BAĞIMSIZLIK ve SONRASI)

Bir İspanyol gezgini olan Christopher Colombus’un keşfiyle 1492’den 1898 tarihine kadar bir İspanya toprağı olarak kalan KÜBA, ABD’nin İspanya’yı yenmesi ve 10 Aralık 1898’de imzalanan Paris Barış Antlaşması ile ABD kontrolüne geçti,
1902 yılında Başkan Tomas Estrada döneminde yarı bağımsızlık kazandı. Çünkü yeni Anayasa yazılırken içine konulan ‘’Platt’’ maddesi ile ABD istediği zaman Küba’ya müdahale hakkına sahip olmuştu.
Platt Anlaşması ile ABD Küba’nın vesayetini üstlenerek iç işlerine karışma hakkına sahip oldu.
ABD’nin İspanya’ya karşı savaşı kazanması ve bu vesayet anlaşmasından sonra ABD ordusuyla birlikte birçok Amerikalı şirket de Küba’ya geldi. Onlara Tren yolları, Limanlar ve Şeker kamışı endüstrisi gibi karlı birçok kamu ihaleleri verildi.
Amerikalı şirketler bu yolla Küba’yı kontrol ediyor ve ABD büyükelçisi de Amerikan politikalarını dayatıyordu.
O dönemde Dünya şeker ticareti, şekeri pancardan elde eden Rusya ve Almanya’nın elindeydi. II. Dünya savaşının çıkmasıyla bu sektör çöktü ve şeker kamışından şeker üreten Küba’nın eline bir fırsat geçti. Kübalılar bundan istifade ediyordu ama, şeker kamışı ekimi için ülkenin ormanları ve kahve tarlaları feda edildiği için, Küba tek ürünlü bir ülkeye dönüşmüştü. Üretilen bütün şekeri de ABD alıyordu.
Rusya ve Almanya’nın II. Dünya Savaşı sebebiyle devreden çıkması sonucu dünyada şeker fiyatlarının çok fazla artması yeni bir rekabet ortamı ortaya çıkardı ve birçok ülke de şeker pancarı piyasasından pay almak için şeker üretimine geçti.
1918 yılında II. Dünya Savaşı bitmesiyle ticaret yolları açılınca, artık ülkeler başka yerlerden de şeker almaya başladı. Bu durum Küba’yı olumsuz etkiledi, şeker fazlası oluştu, kriz çıktı ve işçiler işsiz kaldı. Küba şeker satma konusunda ABD’ye bağımlıydı ama ABD Küba’ya bağımlı değildi. ABD şekeri istediği ülkeden alabiliyordu.
Ayrıca krize rağmen ABD Küba’daki ABD şirketlerine ve onların Kübalı ortaklarına parasal destek sağladığı için onlar bu krizden olumsuz etkilenmedi.
Küba 1902-1924 yılları arasında iç isyanlar, değişen başkanlar ve ABD müdahaleleri ile gelgitler yaşadı.

MACHADO DÖNEMİ
Nihayet 1924 yılında seçimler yapıldı ve ABD’nin desteği ile Başkanlığı kazanan Gerardo Machado ilk olarak ülkenin doğusundan batısına otoyollar, büyük binalar ve inşaatlar yapmakla işe başladı. Telefon şirketi çok büyük ve modern hale getirdi.
1929 yılında ABD’de büyük kriz çıkınca ekonomisi ABD’ye bağımlı olan Küba ekonomisi çöktü ve halkın hoşnutsuzluğu arttı. Bunun önüne geçmek isteyen Machado, madencilik, tarım ve devlet yönetimi bağlamında sıkı bir politika uyguladı  ve emrindeki milislerle halkı kontrol etmeye çalıştı. Demokratik bir şekilde seçilmişti ama artık diktatör olmuştu ve halk da ona olan güvenini kaybetti.
1932 yılında çıkan bir kasırga Küba’yı vurunca, Machado halkın güvenini tekrar kazanmak için bunu bir fırsat olarak gördü ve bu amaçla yardımları bizzat kendisi organize etti ama umduğunu bulamadı.
Bu arada Küba inşaatlarını finanse eden ABD bankaları paralarını geri istedi. Bunun üzerine Machado vergileri artırdı ve binlerce memuru işten çıkardı. İşsiz kalan memurlar isyan edince, orduyu ve elindeki milisleri, sivil olan bu insanlara karşı kullanmaktan çekinmedi.

BATİSTA DÖNEMİ
Artık Küba’da iç isyanlar dönemi başlamıştı. Bu isyanlar sonucunda 1933 yılında ordu iktidarı ele geçirdi. Artık ülkeyi hiç öne çıkmadan ve perde gerisinden, kukla başkanlar kullanarak ordunun lideri olan çavuş Fulgencio Batista yönetiyordu. Yönetirken de ABD Büyükelçisiyle birlikte hareket ediyordu.
1940 yılındaki seçimlerde Batista ordudaki görevinden ayrılarak başkanlığa aday oldu ve kazandı. Kendine yeni bir ordu ve yeni bir polis teşkilatı kurdu. Yeni anayasayı hazırlatarak belirli bir refah dönemi başlattı.
ABD’nin desteğiyle orduyu güçlendirdi, bir aracı gibi davranarak orduya alınan silahlardan pay aldı ve kısa zamanda hem kendisi, hem de yakın çevresi zengin oldu.
Turizmi ön plana çıkardı ve mafyanın bu alanda etkin olmasını sağladı. Küba sahillerine lüks oteller ve kumarhaneler yapıldı. ABD mafyası gelip bunları işletti. Küba para aklama yeri haline geldi. 1944’de görevi bıraktı ve Florida’ya yerleşti.

BASKI, YOZLAŞMA ve MAFYA DÖNEMİ
Batista’dan sonra yerine eski yol arkadaşı Ramon Gray San Martin başkan oldu.
Artık Küba’da ‘’Botella ve Chivo’’ dönemi başlamıştı. Yani ‘’adam kayırma, torpil ve nepotizm ile hiçbir iş yapmadan gelinen görevlerden para kazanma’’ dönemi.
Bu mafya düzeni, bu yozlaşma ve kokuşmuşluk ile ABD’li yatırımcılar zengin oldu, halk gittikçe fakirleşti ve işsizlik tavan yaptı.
1952 seçim zamanı geldi ve eski başkan Batista ABD’den gelip tekrar aday olmak istedi. Ama halk onun dönemini unutmamıştı. Kazanamayacağını anlayınca bu sefer kansız bir darbeyle iktidarı ele geçirdi.
Ama buna kimse itiraz etmedi. Çünkü önceki bozuk düzen o kadar kötüydü ki; halk onu kötünün iyisi gibi düşündüler ve ülkeyi düzelteceğini zannettiler. Halkı kendine çekmek için şenlikler ve spor müsabakaları düzenliyor, bu yolla halkı oyalayarak ve memnun ederek meşruiyet sağlamak istiyordu.
Halk memnuniyetsizliğini devam ettirip yeniden seçim istemeye başlayınca; Batista bütün demokratik süreci ve teamülleri göz ardı ederek diktatörlüğe başladı. Artık Darbe ile ele geçirdiği iktidarı bırakmak ve seçimlere gitmek istemiyordu.
Darbe korkusuyla ve gerekçesiyle Polis gücünü aşırı şekilde artırdı. Muhalifler şiddetle bastırılmaya, tutuklamalar, işkenceler ve suikastlar yapılmaya başlandı. O bir düzen ki; mafya patronu Meter Lansky Kumar Bakanı oldu.
Özgür basın yoktu ve ciddi bir sansür vardı. Bütün muhalifler yönetime göre ‘’hükümeti devirmeye ve ülkeyi ele geçirmeye çalışan Komünistler’’ idi.

FİDEL CASTRO ve DEVRİM
Havana Üniversitesi ülkenin tek üniversitesiydi ve Fidel Castro orada Hukuk okumuş, orada bazı aktivistlerle tanışmıştı. Aslında çok başarılı bir insan değildi ama politik hırsları vardı.
Üniversiteden avukat olarak mezun olunca, hükümetin meşru olmadığına dair davalar açıyor ama mahkemeler anında reddediyordu. Bunun üzerine hukuki yolların bittiğini, silahlı bir isyanın gerekli olduğuna karar verdi.
26 Temmuz 1953’de Moncado Kışlasına saldırıp, silahları almak için teşebbüse geçti ama başarısız olup, tutuklandı.
Daha sonra Batista genel af ilan edince Castro ve arkadaşları Meksika’ya gitti, orada Arjantinli bir doktor olan Ernesto ‘’Che’’ Guevera ile tanıştı.
Castro, Che ve arkadaşları tekrar Küba’ya gelip, dağlarda gerilla hareketlerine başlayınca Batista onu yakalamakta ve ülkeyi kontrol etmekte başarısız oldu. Bunun üzerine ABD ondan görevi bırakmasını istedi. Batista, ailesi ve bazı bakanlarla birlikte, yanına 300 milyon dolar alıp 31 Aralık 1958’de Küba’dan ABD’ye kaçtı.

İLK CASTRO ve KOALİSYON DÖNEMİ

Fidel Castro 01 Ocak 1959’da 9.000 kişilik gerilla ordusu ile Havana’ya girerek yönetime el koydu. Bu devrim Küba tarihindeki son devrimdi ama yasakları ve krizleri ile öncekilerden pek de farklı değildi.
Devrimden sonra Batista yönetiminden bir çok kişi idam edildi veya kurşuna dizildi. Artık en küçük bir ihbar bile ölüm getiriyordu. Bu ihbar yalan bile olsa geçerliydi. İlke şu idi:
‘’Fidel öyle istedi.’’
Devrimden sonra Castro kendisine bir makam tayin etmedi ve bir makam da devralmadı. Çünkü ortada ne Meclis, ne de Hükümet vardı. Kendi adamlarından bir ordu ve entelektüellerden oluşan devrimci bir koalisyon hükümeti kurdu. Önceleri perde gerisinde kalıyor, kararları onlara aldırıyordu ama daha sonra tek başına kararlar vermeye, bakanları teker teker görevden almaya başladı. Kimseye danışmadan hükümete iki komünist bakan (Raul Castro ve Che Guavara) atadı.
Bu durum başta yardımcısı Camillo olmak üzere Küba’nın komünist olmasını istemeyenleri endişelendirdi. Diğer yardımcısı Huber Matos kendisine ‘’yola beraber çıktıklarını, kararları beraber almaları gerektiğini’’ söyledi.
Aslında Castro kendisi de ne yapmak istediğini bilmiyordu ve tutarlı bir ideolojisi yoktu.
Yaptığı şey sadece populist davranışlar içeren, komünizm veya anti-emperyalizm sosuna bandırılmış tepkisel bir milliyetçilikti.
Buna rağmen 07 Ocak 1959’da ABD Fidel Castro hükümetini tanıdı. Artık ABD ile stratejik ortaklık yapıyor, Kübalı bazı zenginler de menfaatleri için ona destek oluyordu. Bu destekte onun büyük topraklara sahip birisinin oğlu olmasının rolü vardı ve hiç endişelenmediler. Bir kısım aşırı ve kurallara uymayan davranışları karşısında da‘’genç olduğu öyle davranıyor, yakında değişir, olgunlaşır ve bizi dinler’’ diye düşündüler. Ama yanıldılar.  
Artık başta Amerikalılar olmak üzere turistler akın akın Küba’ya geliyordu ve yalancı bir bahar başlamıştı.

CASTRO BAŞBAKAN

16 Şubat 1959’da Fidel Castro kendisini Başbakan ilan etti.
Devrim öncesinde ve devrim anında fikirlerini gizlemiş, yakınlarına bile açıkça söylememişti.
Ama gücü ele alıp, yerini sağlamlaştırınca reformlara başladı. Başta Amerikalı şirketler olmak üzere bütün şirketleri kamulaştırdı ve toprakları çiftçilere dağıttı. İnsanlar Küba’dan kaçmaya başladı.
Fidel Castro kendisine bir düşman belirlemişti: ABD ve emperyalistler.
Aslında kendisi bir Komünist ve anti-Amerikancı değildi. Asıl amacı gerçek niyetini gizleyerek, hem ABD’den, hem de Batista yönetiminden memnun olmayan bütün kesimleri kendi liderliği altında buluşturmaktı. Çünkü halk geçmiş yönetimlerden bıkmıştı.
Hükümet bir koalisyon hükümeti olmasına rağmen, Castro kardeşler (Fidel-Raul) bütün muhalifleri ezdiler.
Kardeşi Raul Castro Savunma Bakanı, Che Guavara Ekonomi bakanı oldu.
Camilo ise Santiago’yu alan bir devrim komutanı olarak çok seviliyordu ama rağmen pasif bir kişiliği olan Raul’un altında görev yapıyordu. Hatta Fidel bile onun gölgesinde kalıyordu. Muhtemelen bu atama onu devre dışı bırakmanın ilk adımıydı.       
Bir gün Fidel bir konuşma yaparken halk, yirmi dakika ‘’biraz da Camilo konuşsun’’ diye tezahürat yaptı.
Camilo ile birlikte Santiago’yu alan bir diğer komutan Huber Matos ise; Fidel’in davranışlarından memnun değildi. Bunun sonucu olarak istifasını verdi ama Fidel kabul etmedi. Daha sonra bir sadakat testi yapmak amacıyla Huber Matos’la yakın arkadaş olan Camilo’yu göndererek onu tutuklattı. Yani birini diğerine kırdırdı.
Camilo ise Matos’u Santiago’da tutuklayıp hapse attıktan sonra, uçakla Havana’ya dönerken, esrarengiz bir şekilde havada kayboldu. Ne uçak, ne de Camilo’nun cesedi bulunabildi, olay bir sır olarak kaldı. Huber Matos ise yargılanıp, 20 yıla mahkum oldu.
Küba halkı devrimin en önemli iki aktörünün, yani Camilo ve Matos’un yasını tutarken. Fidel Castro tüm gücü ele geçirmiş, kendisine bağlı milis güçleri oluşturmaya başlamıştı ve hiç bir kimse olanları sorgulayamıyordu.

CASTRO SOVYETLERE YÖNELİYOR

Bütün bu olaylardan sonra ABD, Castro’dan desteğini çekti. Castro bunun üzerine Sovyetler Birliğine yöneldi. Çünkü başlattığı inşaat projeleri için Amerika’dan çimento, demir ve boya gibi malzemeleri alamıyordu.     
Artık stratejik ortaklık bitmiş, sosyalist ittifaka dahil olmuştu.
Bu arada 01 Mayıs 1961 yılında ABD’de John F. Kennedy başkan seçildi. Onun döneminde Küba’ya yapılan ‘’Domuzlar Körfezi’’ çıkartması başarısız olunca, Castro bu durumu kendi meşruiyeti için bir fırsata dönüştürdü, bir zafer gibi sunarak halkın desteğini aldı.
Muhalefet ezildi, ABD ile işbirliği yaptılar gerekçesiyle 100,000’den fazla insan tutuklandı.
Castro gelecekteki ABD saldırılarından korunmak için Küba’nın Komünist bir devlet olduğunu ilan etti ve SSCB ile daha sıkı bir işbirliğine girişti.
Artık Küba bağımsızdı ama sadece ABD’ye karşı. 43.000 Sovyet askeri Küba’ya geldi.

CHE
ve ÖLÜMÜ
Che Guavara halkın gözünde devrimin ana sembollerinden biriydi ve düşüncelerini Castro’ya açıkça söyleyebilen (Camilo ve Matos’un ölümünden sonra) neredeyse tek kişiydi.
Castro onu önce Sanayi Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı olarak atadı. Daha sonra onu çıkartma esnasında Amerika’lılara destek verdiler gerekçesiyle, iç isyan çıkartması için Bolivya’ya gönderdi.
Che Guavara orada yaralandı ve bir Bolivya askeri tarafından vuruldu.
Onun ölümünden sonra Fidel Castro iyice rahatladı ve eleştirilmeden bütün rahatları tek başına alma konforunu elde etti.

CASTRO’NUN YENİ DÖNEMİ ve İCRAATLAR

1965 yılında yapılan seçimlerde Küba’da Küba Komünist Partisi tek güç olarak iktidara gelir.
1976 yılında yapılan yeni bir yapılanma ile Fidel Castro Devlet Başkanı seçilir.
Artık Ekonomik, Sosyal ve İdeolojik anlamda bir Sovyetleşme Dönemi başlamıştır.
A- Ekonomi Alanında
Artık Küba ekonomisini Sovyetler Birliği ayakta tutuyordu. Sovyetler Birliğinden petrol ve gıda ürünleri alınıyordu.
Sosyalist ülkelere şeker ihraç etmek için ‘’şeker kamışı hasadı’’ adı altında bir seferberlik başlatıldı. Bu amaç doğrultusunda bütün halk, memurlar, öğretmenler ve öğrenciler adeta zorunlu olarak seferber edildi ama bu arada bütün idari ve sosyal hayat durdu. Ekonomi çöküyordu.
Sovyetler Birliği Küba batmasın diye borçları sildi veya erteledi. 
Sovyetlerin ekonomi modeli örnek alınarak, devlet kontrolü altında tarım ve ticaret yapılmaya başlandı. Her türlü özel girişim devlet kontrolü altındaydı ve 1974 yılında özel girişim tamamen yasaklandı.
B- Eğitim ve Sosyal Alanda
Küba Eğitim ve Sağlık alanında diğer Latin Amerika ülkelerinin önüne geçti.
Okuma-yazma ve yoksullukla mücadele seferberliği başlatıldı. Herkese eğitim ve sağlık imkanı sunmak için her yere okullar ve hastaneler açılmaya başlandı.
Eğitim ve Sosyal hizmetler bedava olmuştu.
Sovyetler, Olimpiyatlarda madalya alsınlar diye Kübalı atletlere destek veriyordu.
C- İdeolojik Alanda
Castro hem Sovyet ideolojisini yaygınlaştırmak, hem de Sovyetlere olan para ve diyet borcunu ödemek istiyordu ama parası yoktu.
Onun yerine diğer ülkelerdeki isyancılara asker veya askeri danışmanlar göndermeye başladı. Çünkü insan gücünü kullanmak daha kolaydı ve daha maliyetsizdi. Ve bu amaç doğrultusunda;
1- Kolombiya’daki iç savaşta Komünist Parti’ye (FARC) destek vermek,
2- Etiyopya’daki rejimi devirmek,
3- Portekiz’den bağımsızlığını kazanmak isteyen Angola’daki Sovyet yanlısı MPLA grubuna yardım için 35.000 asker gönderdi.
Sovyetler Birliği de Küba’ya silah sağladı.
Uzun süren savaşta binlerce Angolalı ve Kübalı öldü.
MPLA grubu 1976’da geçici bir zafer kazandı ama savaş 1990’lara kadar sürdü. Ama Castro hala askerlerini Angola’dan geri çağırmıyor ve onları kendi kaderiyle baş başa bırakıyordu.
Neden?
Çünkü
Castro Kübalıların refah ve mutluluğu için değil, kendi kişisel kariyeri ve tarihteki konumuyla ilgileniyordu. Onun için zafer kazanmış bir lider olmak, her şeyin üstündeydi.  
En büyük mutluluğu, evrenin merkezinde olmaktı.
Çevresindeki insanları zekasıyla, hafızasıyla, anlamsız ve faydasız bir çok bilgiyle etkileme, kendi büyüklüğüne ve liderliğine inandırmaya çalışıyordu.

REJİMİN SORGULANMA DÖNEMİ

Fidel Castro, 1979’ların sonunda kendisini ihtişamın zirvesinde sanıyordu ama, 1980’lere gelince halk sistemi sorgulamaya başladı.
‘’Diktatörlüklerde halk ayaklarıyla oy verir’’ diye bir söz vardır. Binlerce mutsuz ve umutsuz Kübalı ülkeyi terk ediyordu. 
Tüketim malları ve gıda sıkıntısı, seyahat kısıtlamaları ve gelecek endişeleri nedeniyle gençler de ülkeyi terk etmek istiyordu.
Castro rejimi Kübalıların ülkeden ayrılmasını kısıtladı.
Baskılar iyice artınca 01 Nisan 1980’de bir grup Kübalı, Peru büyük elçiliğine sığındı, bunun üzerine Castro elçilik etrafındaki korumaları geri çekti ve ‘’isteyen gidebilir’’ dedi. 130.000’den fazla Kübalı ABD’ye gitti.
Fakat burada Castro kendince bir taktik izleyerek, gidenler arasına delileri, kumarcıları, 20,000 kadar da sabıkalı ve katili ekledi.
Amacı şuydu: Onların gittiği Miami’de bir iç karışıklık çıkarmak ve orayı istila etmek.

CASTRO ve KOLOMBİYA İLİŞKİSİ

O yıllarda Kolombiya’da uyuşturucu yaygındı ve Kokain üretiliyordu. Küba ise 1960 yıllarından beri oradaki Komünist Partiye (FARC) destek veriyordu. FARC ise, gelir elde etmek için uyuşturucu üretiyor ve bu iş için uyuşturucu baronlarıyla iş birliği yapıyordu.
Küba onlara Sovyetlerden aldığı silahlarla destek veriyor, onlar da Kolombiya yönetimine karşı savaşıyor ve uyuşturucu tarlalarını işletiyordu. Bu seferde Castro onların uyuşturucu ticaretini kolaylaştırmak ve ABD’yi rahatsız etmek için Küba karasularını kullanma izni verdi, onlar da oradan ABD’ye uyuşturucu götürmeye başladı.
ABD bunu fark etti ve gerekli tedbirleri aldı ama Castro aleyhine bir delil bulamadı. Çünkü Castro bu iş için İçişleri Bakanlığından bir Albay’ı görevlendirmiş, isyancı ve uyuşturucu ticareti yapanlarla sadece o irtibat kuruyordu.
Zaten Castro bütün kirli işler için daima bir figüran kullanıyor, zamanı geldiğinde ve işi bittiğinde de o figüranı devre dışı bırakıyordu.
Fidel, ABD’nin uyuşturucu suçlamasını reddetti, imajını düzeltmek ve ne kadar insancıl olduğunu göstermek için başka ülkelere doktor göndermeye başladı. 

SOVYET İÇ DEVRİMİ

1985 yılı Mart ayında Sovyetlerde bir yönetim değişikliği olmuş ve Gorbaçov dönemi başlamıştı.
Yeni yönetim;
APerestroika = Yeniden yapılanma
B- Glasnost = Açıklık – Dürüstlük – Şeffaflık
prensiplerini temel devlet politikaları olarak benimsedi.
Tabi bunlar Fidel’e uzak, hatta düşman olduğu şeyler olduğu için onun için geçerli değildi ve bu durumdan hiç hoşnut olmadı. 
Her şeyiyle Sovyetlere bağımlı olan Fidel, rejimin tehlikeye girdiğini görünce reformlara gidiyor görünmek için ‘’RECTİFİCACİON = Çizgiyi Düzeltmek’’ adıyla bir reform hareketi başlattı ama kimse rejimi sorgulamayacaktı.
Şöyle dedi:
‘’Küba adası denizin dibini boylayana dek, Komünizmi terk etmeyecektir.’’
Bu arada Küba’nın Angola Komutanı Arnaldo Ochoa Fidel Castro’yu eleştirince, bu Gorbaçov’un dikkatini çekti ve onunla görüştü. Ardından Castro ile görüşen Ochoa, ‘’Reform yapalım’’ deyince Castro ‘’Hayır, güç kaybedemem’’ dedi.
Fidel karşısına kendisinden farklı düşünen birisi daha çıkınca, 12 Haziran 1989 yılında Ochoa’yı tutuklatıp, ‘’Uyuşturucu ticareti yaptığı’’ gerekçesiyle yargılattı. 
Bu hareketiyle ‘’hiç kimse güvende değil’’ mesajı verip, muhalifleri korkutmaya çalışıyordu.

TURİZM-ORDU ve CHAVEZ
Turizm, Küba’nın gelirlerinin % 40’ı oluşturuyordu ve bu gelirleri Ordu alıyordu. Castro ile Ordu arasında şöyle bir ilişki vardı.
Ordu Castro’yu iktidarda tutacaktı ve Castro’da Turizm gelirlerini Ordu’ya bırakacaktı. 
1944’lerde Küba ekonomisi dibe vurunca, yeni bir kurtarıcı buldu.
Venezüella ve bir sosyalist olan Devlet Başkanı Hugo Chavez.
Chavez Küba’ya petrol ve dolar temin etti.

MCL HAREKETİ ve CADI AVI
Eğitimli ve düşünen insanlar Fidel’i terk ediyordu
2002 yılında Oswaldo Paya isimli Katolik kilisesinden bir kişi, Hristiyan Özgürlük Hareketi (MCL) isimli grup kurdu.
Bu grubun ‘’İnsan hakları, Fikir ve Düşünce Özgürlüğü, Hür Basın, Serbest Seçimler, Serbest Piyasa ve Güçlü Parlamento’’ gibi istekleri vardı.
Küba yasalarına göre 10.000 imza toplarsanız, halkoyu (referandum) ile yasalar değişebiliyordu. (Verela Projesi) MCL hareketi bu imzaları topladılar ama hükümet referanduma onay vermedi.
2000 yılında MCL hareketinin 75 üyesi tutuklandı. Terörle ve ABD ile işbirliği yapmakla suçlandılar.
25-28 yıl hapis cezaları aldılar, ziyaret yasaklandı ve ailelerinden uzak hapishanelere konuldular.
Artık cadı avı başlamış, her karşıt görüş ‘’Vatana İhanet’’ ile suçlanıyor ve muhalifler düzmece mahkemeler eliyle tutuklanıyordu. 
Tutukluların aileleri ‘’Beyaz Kadınlar’’ adı altında yeni bir muhalif grup kurdu.
Oswaldo Paya, 22 Temmuz 2012’de şüpheli bir trafik kazasında öldü. Rejim suçu şoför Angel Carromero’ya atarak, ceza almaması için yalan ifade verdirerek, buna rağmen yine de 4 yıla mahkum ederek olayı örtbas etti.
Şoför Carromero, 4 yıl sonra tahliye olup ABD’ye gidince, oradaki bir TV kanalına verdiği açıklamada ‘’Olay bir kaza değildi, hızımız da yoktu fakat anlamadığım bir şekilde yoldan çıktık. O esnada Oswaldo ölmemişti, sanırım sonradan öldü. Beni içeri attılar, kimseyle görüştürmediler, onların tehditle benden istedikleri ifadeyi ekrana bakarak karşıdan okudum’’ diyecekti. 

SONUÇ:
Fidel Castro’nun özel hayatı konuşulamazdı.
Bir halk adamı gibi görünmesine rağmen, aslında ailesiyle birlikte, Punto Cero’da iyi korunan, dışarıdan görünmeyen lüks bir malikanede, (halktan gizli ve bir çok Küba’lının haberi bile olmadan) lüks bir hayat sürüyordu.
Zehirlenmeden korktuğu için her şeyi malikanesinin arazisinde yetiştiriyor, inek ve mandalar besliyordu.
Yanında 200 adamı ve onlara ek olarak özel milis güçleri de vardı. Etrafındakiler ona ‘’BABA’’ diyordu..
Ayrıca Domuzlar Körfezi açıklarında ‘’Cayo Piedra’’isimli bir adası da vardı.
Fidel Castro 2008 yılında yönetimi kardeşi Raul Castro’ya devretti ve 25 Kasım 2016 tarihinde Havana’da öldü.

BEYYİNAT tarafından NETFLİX ‘’The Cuba Libra Story’’den özetlenmiştir.

Reklam