
BURSA OVASI ve DAĞLARI
Bursa ovası büyük ve zümrütten yontulmuş bir kadeh gibi. Bursa ovasının en sevdiğim tarafı, Muş ve Erzurum ovası gibi sonsuz uzamamasıdır. Gözün lezzet alabilmesine yetecek derecede büyük ve geniş, o kadar. Daha ziyade bir sanat eserine benziyor. Tabiat, bereketiyle sanki bütün etrafı ezmek istiyormuş da sonra tam zamanında bundan vazgeçmiş gibi. Uzakta dağlar küçük ve mesut manzaralı köylerini bağrına basmış uzanıyor, ufku çevreliyordu.
TÜRBELER
Şark için ‘’ölümün sırrına sahiptir’’ derler. Fakat Şark milletleri içinde türbelere bizim kadar hususi bir çehre veren, laubalilikten sakınarak onu ehlileştiren başka millet pek yoktur. İçindeki ölüden ziyade ölüm için yapılmış sade mimarili, çok defa oymalı ve zarif, bazen de düz ve basit bir sanduka, birkaç işlenmiş örtü veya düz yeşil çuha, bir kavuk, bir tuğ… gibi fakir unsurlarla hazırlanan türbelerde ferdi hayatı hatırlatan tek çizgi, isimden ibarettir.
Başka milletler onları terkedilen dünya nimetlerinin küçük bir sergisi, bir uhrevi hayat müzesi haline getirip içlerindeki fanilik korkusunu yenmek istemişlerdir ama hiçbiri ölümün korkunç realitesini bizim kadar yumuşatamamıştır.
ve ÇEŞMELER
Çeşmeler, hayalimizi peşi sıra sürükleyip götüren, birdenbire zihnimizde geçmiş çağların hikayesini mırıldanan acayip ve esrarlı varlıklar. Mazi denen güzel ve hoş kokuyu bize zaman içinde uzatan altın, gümüş ve billur mahfazalar.
Bu çeşmelerin birçoğunu (200 kadar), çeşme yaptırmayı kendine biricik eğlence edinen ve servetinin büyük bir kısmını bunun için harcayan Şeyhülislam Kara Çelebi Zade Aziz Efendi yaptırmıştır. Onun yaptırdığı çeşmelere hala Müftü Çeşmeleri denir.
Sevdiği kadını, onun güzelliğini bir kat daha gösterecek mücevherler ve pırlantalarla donatan çılgın ve müsrif bir aşık gibi, o da bu şehre su seslerinden çelenkler, sabahların uyanışına inci dizileri gibi dökülen ve akşamların gurbetinde parıltılarıyla tutuşan gerdanlıklar hediye etmiş.
Hissediyorum ki bu su sesleri, şehrin üstünde görülmeyen başka bir şehir yapıyor. Çok daha akıcı, çok hayali, bununla beraber gördüğümüz şeyler kadar mevcut mimarisi her tarafı kaplamış. Bütün hayatı, daha temiz, daha berrak tekrarlıyor.
Etrafımda dolaşan güvercinler aslında bu şeffaf aleme ait, o alemden bizim dünyamıza açılmış rüyalardan ibaret.
Bu alemde her şey var. Geçmiş günlerimiz, hasretlerimiz, ıstıraplarımız, sevinçlerimiz, ümitlerimiz.
Önümde hayran olduğum bir manzara, insana bir kaçış ve kurtuluş arzusu veren uzak köyler, Yeşil’in kapısında nöbet bekleyen serviler, küçük ve gösterişsiz kabirlerinde uyuyan ölüler, her birinin ayrı saati ve mevsimi olan bütün o isimler. Hepsi orada, su seslerinin ördüğü alemde, el ele, yan yana yaşıyorlar.
ve BURSA’DA İKİNCİ ZAMAN:
Şimdi Bursa’da asıl zamanın yanı başında, bizim için ondan daha başka ve daha derin olarak var olan ikinci zamanı yapan şeyin ne olduğunu öğrenmiş gibiyim.
Bu su sesi ve onun etrafı kucaklayan, her dokunduğu şeyin özünü bir ebediyette tekrarlayan akisleri, zamanın iç çizgisini birden veren tılsımlı bir aynasıdır.
BEYYİNAT tarafından Ahmet Hamdi TANPINAR’ın ”BEŞ ŞEHİR”
isimli kitabından özetlenmiştir.