
GEYİKLİ BABA
O Bursa’da yeni bir Türk Devletinin kuruluşunu yeni bir dinin doğuşuna benzeten Horasan Erlerindendir.
Bunlar arasında Hacı Bektaş gibi Anadolu ve Rumeli’yi ilhamıyla dolduranlar, Karaca Ahmet gibi Üsküdar’ın bütün bir semtini adıyla zapt edenler vardır.
Bunlar Asya’nın içinden tacını, tahtını ve vatanını bırakıp gelirler. Henüz Tekfur şehri olan Bursa’yı ruh kudretleri ve kerametleriyle kuşatırlar, sonra da genç Orhan’ın ordusuna katılırlar.
ŞEYH EDEBALİ
Karamanlı bir fakihti. Mal ve servet sahibi, gelen-geçeni misafir ettiği bir misafirhanesi olan Şeyh Edebali’nin ahi teşkilatından olduğu tahmin edilebilir.
Kızını Osman beye vermekle onun silah kuvvetine manevi bir nüfuz eklediği de inkar edilemez.
KONURALP
Konuralp benim için daima büyük bir cenk kargaşalığının ortasında sert, yanık yüzü manzaraya ve kalabalığa hakim bir kahramandı. Uçar gibi koşan yağız atının üstünde onu hep gaza ve ganimet peşinde görürdüm.
O benim için gece içinde sel gibi akan nal seslerinin, yaralı ve ölüm çığlıklarının üstünde dalgalanan zafer naralarının büründüğü masal kahramanıydı.
YEŞİL KELİMESİ
Bu kelimenin ilk atalarımızla beraber Orta Asya yaylalarından geldiği o kadar belli ki. Türkçede Ş ve L harfleri daima en güzel terkipler yapar.
Yeşil dediğimiz zaman adeta bir çimen tazeliğini hissederiz.
Fakat Bursa’da yeşilin manası çok başkadır; o ebediyetin rahmani yüzü, bir mükafata çok benzeyen bir dinginliğin fani bir saate sinmiş halidir.
Yeşil Cami ve Yeşil Türbe der demez, ölüm hayalimizdeki çehresini değiştirir, ‘’Ben hayatın susan ve değişmeyen kardeşiyim. Vazifesini hakkıyla yapan bir faninin alnına bir dinginlik ve sakinlik çelengi gibi uzanırım…’’ diye konuşur.
YEŞİL CAMİ
Bayezid ve Süleymaniye’nin ihtişamına doğru yol alan oluş halinde bir teknik, bu camide en güzel tereddütlerinden birini geçirmiştir. O iki ayrı anlayış ve zevkin sadece tebessümden ibaret olan bir mücadelecisidir.
O daha ziyade ileriye doğru yürürken geriye atılan son bir bakışa benzer.
Kapıdan girer girmez dört yanımızı kaplayan yeşil hava içinde insan ruhu, en tabii iklimlerinden birini bulur.
Andre Gide Yeşil Cami için ‘’zekanın kemal halinde sıhhati’’ der.
Andre Gide, Yeşil Camiyi aydınlığın ortasında, ayak ucunda kendisini tamamlayıcı bir şey gibi uzanan manzara ile beraber çok güzel yakalar. Süleymaniye ve İstanbul camilerinde duymadığı ürpermeyi burada duyar, satırlarının arasına bir nevi huşu hissi girer.
YEŞİL TÜRBE
Çelebi Mehmed’in çoluk çocuğu ile beraber yattığı türbede ölüm, güzel bir günün sonunda bir akşam bahçesinde koklanan güller gibi hüzünlü bir hasret arasından duyulur.
Ölüm burada çinilerin içinde kaybolmuş, havadaki sükunetle, camlardan dökülen mehtap gölgeli ışığa dönüşmüştür.
Biz onların türbelerini gezerken, hayatlarında yanlarına uğramamış bu sessizlik ve sakinliğin, büyük bir deniz gibi dalga dalga yükseldiğini hissederiz.
Bize bu duyguyu veren de sanattır.
EMİR SULTAN
III. Selim tarafından zengin süslemeli, yaldızlı, helezoni çizgili emperyal bir üslupla yaptırılan türbe içinde Emir Sultan adeta dondurulmuş gibi yatar.
Diğer mimari eserlerde taşı canlı varlık yapan ve göze bir kalp penceresi gibi açılan o ledünni halden burada eser yoktur.
İyi idare edilmemiş bir aydınlık, taş döşeme ve duvarlarda ölü bir şey gibi sürünür.
GÜMÜŞLÜ
Osman Bey’in gömüldüğü eski Bizans Manastırının adıdır.
Gümüşlü adı, bugün sadece tarih bilenler için hatıradır ve Osman Gazi ile Orhan Gazi, hiçbir ruhaniyeti olmayan binalarda, başlarının ucunda, Sultan Aziz’in oluşturduğu birer Osmanlı nişanı ile adeta gurbette gibi yatıyorlar.
ORHAN GAZİ
Yaptırdığı camilerin kandillerini kendi elleriyle yakan, aşevlerinde pişirttiği ilk yemeği kendi elleriyle fakirlere ve gariplere dağıtan Orhan Gazi’nin yarı veli çehresi bu destanın asıl merkezidir.
O bir başlangıç noktasını bir imparatorluk yapmakla kalmaz, ona rahmet ve şefkatin derinliğini de katar.
O Horasan erlerinin silah ve keramet arkadaşıdır.
Bazı akşam saatlerinde Bursa’daki Orhan Camiinin önünden geçerken ve kapısından bakarken, birçok kalenin kapısını zorlamış ellerini kendi yaktığı kandillere uzanmış zannederim.
NİLÜFER HATUN
Bu isimlerin içinde tek başına Bursa’yı bütün bir bahar güzelliğiyle dolduran bir tanesi vardır ki; o da genç Orhan’ın beyaz zafer ve ganimet çiçeği Nilüfer’dir.
Günün birinde güzelliğin kahramanlığa dönüştüğü bu kadınla beraber kuruluş devrinin sert çehresine aşkın tebessümü gelir.
Ondan evvel Osman beyin Şeyh Edebali’nin kızı Mal Hatun’a olan aşkını, Orhan Gazi’nin akrabalarından Abdurrahman Gaziye aşık olan bir tekfur kızının Aydos Kalesi’nin kapılarını açtığını düşünürsek, Osmanlı macerası bir aşk romanıyla başlamış diyebiliriz.
Hakikaten bu devir geleceği müjdeleyen rüyalarıyla, aşklarıyla, kahramanlık ve ermiş hikayeleriyle tam bir destandır.
Orhan’ın karısına olan sevgisi, bu kadının adını Bursa ve İznik’in tarihine ayrılmaz bir şekilde bağlamıştır. İznik’teki Selçuk mimarisinin renkli ve teferruatlı anlayışıyla yapılan o güzel imaret, beş kapılı revakı ve çok rahat kubbesiyle Nilüfer Hatun’a izafe edilir.
BEYYİNAT tarafından Ahmet Hamdi TANPINAR’ın ”BEŞ ŞEHİR”
kitabından derlenmiş ve özetlenmiştir.
Dergah Yayınları (2006)