GRIGORY PETROV

Görsel: Can Yayınları

1866 yılında Rusya’nın St. Petersburg kentinde doğan Grigory PETROV, İlkokulu bitirdikten St. Petersburg İlahiyat Akademisine devam etti ve orayı bitirerek kilisede rahip oldu. Kilisedeki bu görevinin yanında, farklı liselerde dersler verdi.
İlahiyat Akademisinde okurken, buradaki eğitimin temelinin, insanları cennete hazırlamak olduğunu gördü.
Bunun üzerine, o yaşlarda kafasında şu fikirler oluştu:
‘’İnsanları cennete hazırlamak yerine, yeryüzünü bir cennete çevirmek gerekir. İnsanoğlu, yeryüzünün en değerli varlığıdır. Dünyada var olan her şey insan içindir. Bilim, felsefe, sanat ve din, hepsi insanın olgunlaşması ve insanlığa hizmet için vardır. Eğer tüm bunlar insanoğlunun yeryüzünde daha mutlu ve daha aydınlık bir hayat yaşamasına hizmet etmeyeceklerse hiçbir önem ve değer taşımıyorlar demektir.’’ 
Hayatı boyunca, yeryüzünün daha aydınlık ve daha insanca yaşanabilir olmasını, tüm insanlığın daha rahat ve mutlu bir hayat sürmesini, maddi ve manevi olarak yücelmesini arzu eden konferanslar verdi. Özellikle yoksul köylü ve işçilerin geri kalmışlıktan, ezilmişlikten kurtulması yönünde çaba gösterdi.
Saygın bir rahip olarak kısa zamanda üne kavuşup, saray çevresine, soylu ve varlıklı kesimin içine girmiş olsa da, yüreği işçi sınıfı, yoksullar ve ezilenler için çarpıyordu.
Ona göre doktor, sağlıklı olanlardan çok, hastalar için gerekliydi.
Bunun için de yoksullara, işçilere, eğitimsiz kalmışlara ve toplumun geri kalmış kesimlerine özel vaazlar vererek onları aydınlatmaya çalışıyordu.  
Kısa zamanda halk tarafından da tanındı, sevgi ve saygı gördü. Fakat halkın ona gösterdiği bu ilgiyi hazmedemeyen kilise çevreleri, 1903’de kilise görevlerine ve okullardaki derslerine son verdi. O da 1907 yılında rahip giysisini üzerinden çıkarıp, din adamlığından istifa etti. 1908 yılında da aforoz edildi.
Artık bir yazar ve gazeteci olarak, kendisini Rus halkının özgürlüğü ve hakları için mücadele etmeye adadı. Çevresine bilgi ışıkları saçarak, görmeyen gözleri açtı, uyuyan kitleleri uyandırdı.
Bir yandan Çarlık Rusya’sının yaptığı baskı ve zulümleri eleştirirken, diğer yandan Bolşevikler’den (komünistler) farklı olarak, daha geniş özgürlükleri savunuyordu.
Ama onun bu özgür ve bağımsız düşüncelerinden hem kilise, hem Çarlık Rusya’sı, hem de Bolşevikler (Komünistler) rahatsız oluyordu. Hakkında davalar açıldı, Moskova’da yaşaması yasaklandı, Kırım’a sürgün edildi.
1920 Ekim Devrimindeki kaos esnasında oğlunu ve yakın çevresini kaybettiği için, 12 yıl yaşadığı Kırım’dan İstanbul’a gelen bir vapurla Türkiye’ye iltica etti. Daha sonra diğer mültecilerle birlikte Belgrad’a nakledildi.
Kendisini tanıyan bazı aydınların referansıyla, yönetim tarafından Belgrad Üniversite’sine Profesör olarak atandı ve rahatça yolculuk yapıp, konferanslar verebilmesi için de ücretsiz paso verildi.
Bu seyahatlerinde ziyaret ettiği ve uzun yıllar yaşadığı Finlandiya’dan çok etkilendi ve meşhur ‘Beyaz Zambaklar Ülkesi’ romanını bu gözlemler sonucunda yazdı.
1925’te sağlık durumu kötüleşince, mide kanseri nedeniyle ameliyat için Belgrad Yönetimi tarafından Paris’e gönderildi; ancak iyileşemeyerek 18 Haziran 1925’te hayatını kaybetti. Mezarı Almanya/ Münih şehrinin Ostfriedhof Mezarlığına nakledildi.

BEYYİNAT tarafından derlenmiştir.

Reklam